İlhan İŞMAN

Genel Başkan

Dünya’nın en büyük ekonomileri farklı kriterlere göre sıralanıyor. Bu kriterlerin en başında Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) geliyor. Bir ülkenin ekonomik gücü, o ülke para biriminin değeri, iş gücü piyasası, ticareti, üretimi, tüketimi, ücretleri, vergileri, hükümet kamu politikaları, iç ve dış siyaset politikaları gibi ana göstergeleri ile ölçülüyor. Tabi bunun yanı sıra ekonomik göstergeleri belirleyen bir çok istatistiksel veri de ülkelerin ekonomik düzeyini belirleyen kriterler arasında.

Bir ülkenin ekonomik büyüklüğünü ölçmede kullanılan en önemli istatistiki verileri ana başlıkları ile büyüme rakamları, faiz oranları, enflasyon, işsizlik, bütçe dengesi, cari işlemleri, döviz kurları ve nüfus olarak sıralayabiliriz.

Bu kriterlere göre :

Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) sıralamasına göre şu an Dünya’nın en büyük ekonomisi konumunda. 18 Trilyon 37 Milyar Dolar büyüklüğünde bir ekonomik büyüklüğe sahip. Çin 11 Trilyon 8 Milyar Dolar büyüklük ile ABD’den sonra ikinci sırada.

Euro Bölgesi ülkelerinin toplamı ise Çin’i az bir fark ile geçerek 11 Trilyon 602 Milyar dolar seviyesinde bulunuyor. Euro Bölgesindeki en gelişmiş Avrupa ülkeleri ise sırasıyla Almanya 3.3 Trilyon, İngiltere 2.8 Trilyon, ve Fransa 2.4 Trilyon ile sıralanmakta. Hindistan 2 Trilyon, İtalya 1.8 Trilyon, Brezilya 1.7 Trilyon ve Kanada 1.5 Trilyon ile ilk 10 sırayı oluşturmakta.

Türkiye, GSYH sıralamasında şu an itibariyle 718 Milyar Dolar büyüklüğü ile bu listenin 18. Sırasında bulunuyor. 2023 Hedefimiz ise dünyanın en büyük 10 ülkesi arasına girmek. Tabi ilk 10’a girmek için Türkiye’nin sürekli olarak her yıl üst üste en az %5 ile %7 büyüme sağlaması gerekiyor. Ancak üzülerek belirmek gerekir ki, Türkiye’nin son 50 yılda büyüme ortalaması %2.4

Ülkelerin gelişmişlik düzeyini sadece ekonomik kaynaklarının büyüklüğü belirlemiyor. Bir başka deyişle sadece ekonomik sermaye ile güçlü ülke olunmuyor. Ekonomik sermaye gibi, beşeri ve sosyal sermaye de Ülkelerin gelişmişlik düzeyini belirleyen önemli kriterler arasında yer alıyor.

Beşeri Sermaye; ülkenizdeki İnsanların yetenek, bilgi, görgü ve birikimleri toplamının ekonomik bir değer ifadesidir. Beşeri sermayenin ölçütü ise İnsani Gelişmişlik endeksidir.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı 2016 yılı rakamlarına göre; Türkiye; Beşeri Sermaye göstergesi olan İnsani Gelişmişlik endeksinde, yüksek insani gelişme kategorisinde yer alıyor ve 188 ülke ve bölge arasında 71. sırada.

Bir de sosyal sermaye kavramı var. Sosyal sermaye; toplumu oluşturan birey, sivil toplum kuruluşları ve kamu kurumları arasındaki koordinasyonu kolaylaştıran ve toplumun üretkenliğini artıran, norm, iletişim ağı ve güvenden oluşan yapı olarak tanımlanıyor. Sosyal Sermayenin göstergesi de Dünya Değerler Araştırması ile belirleniyor. Türkiye’de güven düzeyi oldukça düşük çıkıyor.

Neden düşük çıkıyor dersek, cevabını da kendimiz bulabiliriz.

Çünkü Sosyal sermaye şu kriterlerden oluşuyor. Demokrasi, rüşvet oranı, mahkemelerin bağımsızlığı, grevler, öğrenci hareketleri, protestolar, tutuklu sayısı, hükümete ve sendikalara olan güvenin derecesi, kredi kullanma derecesi, bireysel özgürlük, toplumsal etkinliklere katılım, komşuluk ilişkileri, aile ve arkadaşlık bağlantıları, iş bağlantıları, farklı hayat görüşlerine ve yaşam biçimlerine tolerans gösterme, şiddet oranları, suç oranları, boşanma oranları, intihar oranları, çocukların televizyon izleme oranı, çocuk sağlığı ve eğitim kalitesi ve sivil toplum kuruluşlarının yaygınlık derecesi ve benzeri kriterler.

Bu kriterlerin en önemlisi de güven.

Güven; Bir kişinin, karşı tarafın adil, ahlaka uygun ve öngörülebilir şekilde davranacağına ilişkin dürüstlük ve doğruluğa dayalı bir kavram. Güven, insanların toplumsal hayatta ihtiyaç duyduğu ve elde etmeye çalıştığı en temel duygu.

Sosyal Sermayemizin bir grup vatan haininin alçakça yaptığı son darbe girişiminden sonra, maalesef yerle bir olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Güçlü bir ülke demek Ekonomik, Beşeri ve sosyal sermayesi de güçlü olan ülke demektir.

Bu açıklamalardan sonra beşeri sermaye, sosyal sermaye ve mobbing ile ilişkisine geçelim.

Mobbing; duygusal bir saldırıdır. Özel ve kamu işyerlerinde uygulanan ve kişi veya kişiler üzerinde insan onuruyla bağdaşmayan davranışların toplamıdır. Sistematik bir baskı yaratarak, ahlâk dışı bir yaklaşımla, iş performansını ve dayanma gücünü yok edip, kişiyi kendi isteğiyle işten ayrılmaya zorlamak için; düzenli, sürekli ve sistematik olarak yapılan psikolojik taciz davranışları, eylem ve uygulamaların bütünüdür.

Bilerek ya da bilmeyerek yapılan psikolojik taciz, makro düzeyde ülkemizin beşeri ve sosyal sermayesini kemiriyor, yok ediyor. Mikro düzeyde ise çalışanların itibarını ve onurunu zedeliyor. İnsan kaynağımızı tüketiyor. Verimliliğimizi azaltıyor. İnsanımızın sağlığını kaybetmesine neden olarak, çalışma hayatını olumsuz etkiliyor. Bu nedenle Psikolojik tacizin önlenmesi, gerek iş sağlığı ve güvenliği gerekse çalışma barışının geliştirilmesi açısından çok önemlidir.

Mobbingin işyerlerine ve ülkemize verdiği zararlarla ilgili araştırmalar ülkemizde yeterince yapılmamaktadır. Veriler elimizde olmamakla birlikte, Dünya ölçekleri üzerinden fikir sahibi olabiliriz.

Ulusal İşyeri Güvenliği Enstitüsü Raporuna göre, ABD’de işyeri şiddetinin çalışanlara toplam maliyeti 1992 yılında 4 milyar dolardan fazladır.

Avustralya Griffith Üniversitesi Yönetim Bölümünün hazırlamış olduğu rapora göre Avustralya’da mobbing (İşyerinde Psikolojik Taciz) işverenlere yıllık 36 milyar dolara mal olmaktadır.

İngiltere Ticaret Odasının 2000 yılında yapmış olduğu çalışmaya göre mobbing (İşyerinde Psikolojik Taciz) İngiltere endüstrisine her yıl 2 milyar dolar yük getirmektedir.

Dünyada her sene 6 milyon çalışma günü kaybı yaşanmaktadır. (HSEInformation abaout Health and Safety at Work). Bu yaşanan kayıpların sebebi (İşyerinde Psikolojik Taciz) mağdurlarının meslek güvensizliği, iş değişikliği ve uzun çalışma saatleri ve bu zor çalışma koşulları sebebiyle yaşanan çalışma kayıplarıdır. Dünya genelinde stres ve stres ile ilgili olan hastalıkların maliyetine baktığımızda 5 milyar (TUC- Trades Uninon Congresss) dolardan 12 milyar (IPD- Institute of Personnel and Development) dolara yükselen bir grafik karşımıza çıkmaktadır. Bu denli maliyeti olan mobbingin (İşyerinde Psikolojik Taciz) önlenebilmesi için mevzuatta ve uygulamada yapılacak değişikliklerin çalışma hayatına yansıtılması sağlanmalıdır.

Mobbing, çok yaygın ve gittikçe artan bir olgudur. AB ülkelerinde yaygınlık oranları % 2 ile 15 arasında değişmektedir.

İstanbul Kültür Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Şaban ÇOBANOĞLU’nun çalışmalarında, Türkiye’deki mobbing mağdurlarının çalışan nüfusun % 20’sini oluşturduğu belirtilmiştir.

Nitekim; Alo 170 Çalışma ve Sosyal Güvenlik İletişim merkezine 2011 – 2016 yılları arasında bilgilenmek ve psikolojik destek istemek için toplam 38.262 adet başvuru yapılmış. Yani her yıl ortalama 7.652 kişi; diğer bir deyişle de günde ortalama 21 kişi MOBBİNG BİLGİLENME VE PSİKOLOJİK DESTEK hattını aramış. Herhalde bu insanlar durup dururken Alo 170’i keyfine aramamışlardır. Durup düşünmemiz gerekiyor.

Mobbing Milli bir meseledir. İnsanlarımızın barış ve huzur dolu iş ortamlarında ülkemiz yararına verimli ve etkin olarak çalışmalarına imkan sağlamalıyız. Mutlaka Onurlu Çalışma hakkını gözetmeliyiz.

Mobbingin, birey üzerinde olduğu kadar kurumlar üzerinde de tahrip edici sonuçları var. İşveren açısından ortaya çıkan hasarlar, öncelikle ekonomik nitelikte. Ancak bunun yanında ağır sosyal sonuçların oluşması da kaçınılmaz. Oysa mobbing, bir kuruma, işletmeye çözümlenmesi mümkün olmayan kalıcı sorunlar yaratıyor ve ödenmesi gereken bedeli son derece ağır oluyor. Çalışma ortamındaki herkes, işyerinde psikolojik tacizi durdurmak için bir şeyler yapmalı ve mücadele etmelidir.

Toplumsal algının netleşmesi için öncelikle mobbing devlet tarafından milli bir politika olarak kabul edilmeli, kamuoyunun gündemine taşınmalıdır. Mobbing davranışlarının neler olduğu, zorbalığın neden kaynaklanabileceği, kişiye, aileye, kuruluşa ve devlete verdiği zararlar, zorbanın kendi kurumuna, kuruluşuna ve ülkeye verdiği zararlar, mobbingden kurtulmak için çözüm yolları, mobbing sürecinde seyircilere düşen görevler, mobbingde aileye düşen görevler, mobbingin beşeri ve sosyal sermayeye verdiği zararlar konusunda eğitimler verilmelidir.

Öncelikle Mobbing kavramı anayasaya mutlaka girmelidir. Kamu ve özel sektördeki mobbingin durdurulması için kapsamlı bir çalışma ile ülkemize has müstakil bir MOBBİNG KANUNU çıkarılmalıdır.

Ülkemizde hukuk yolları tükendiğinde mağdurlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yolunu tutmakta, bu durum ülkemiz adına maalesef önemli bir prestij kaybını da beraberinde getirmektedir. Halen bildiğimiz üç ayrı mobbing davası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde görülmektedir. Gerekli tedbirleri alarak, ülkemizin mahkum olmayacağı ve tazminat ödemeyeceği günleri hep birlikte görmeyi yürekten diliyorum.

SON SÖZ : Güçlü bir ülke olmak istiyorsak Mobbingi önlemek zorundayız.

Sizlere daha iyi bir hizmet sunabilmek için sitemizde çerezlerden faydalanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz. Daha fazla bilgi için Çerez Politikası